8/06/2007 01:58:00 ÖS

Yabancı uyruklu kadın arıyorum!

posted under by berkgun |
Türk kadın masöz aranıyor!

Antalya'daki tüm turistik tesislerde bulunan suyla terapi tesislerinde (SPA) yabancı kadınların çalıştırılmasının geçen yıl yasa ile engellenmesi, sektörde sıkıntıya neden oldu. Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Meslek Komitesi üyesi Ayhan Kızılsavaş, masör ve masöz açığı olduğunu, özellikle yabancı dil bilen personel sayısının yeterli olmadığını belirtti. Kızılsavaş, "Türk milleti kadın masöre iyi gözle bakmıyor. Kimse kendi yakınının erkeklere masaj yaptığı düşüncesini sevmiyor. Ama 800 SPA merkezinin yabancı uyruklu kadın masöze ihtiyacı var" dedi

Doğan Haber Ajansı (DHA)

Hmmmm...

Yabancı uyruklu kadın arıyorum!

Antalya'daki tüm turistik tesislerde bulunan SPA'larda yabancı kadınların çalıştırılması engellendi. Bakan Koç'un "Beli ağrıyanımızı Türk kadınlarına emanet edin" sözü ile başlayan engelleme hareketi sektörde sıkıntıya neden oldu. Biliyorsunuz ki SPA sektörü ülkemizin milli gelirinin nerdeyse yarısı demek.

“Benim kızım masöz de olamaz dansöz de” diyen babalar dün Antalya Kaleiçi'nde siyah bayraklar sallayarak slogan attı ve "Muhterem Koç madem çok isteklisiniz siz kızınızı masöz yapınız" pankartları açtı. Ayrıca çıplak masajı protesto eden babalar yunandan kalma sembolik bir çıplak heykel parçaladılar.

YUNAN ÇIPLAK HEYKELİ RESMİ

Yapılan basın açıklamasında masaj yapılacak kişiye kıyafetleriyle masaj yapılması gerektiğini savundular.

Başbakan Erdoğan’ın, "benim çocuklarım zaten bu yüzden armatör oldular” dediği öne sürülürken ve hiç bir kaynağın bu haberi doğrulamamasına rağmen; Kaleici’nde toplanan babalar Erdoğan'ın yorumunu çok beğendiklerini ve doğru söylediğini savunarak oylarını yine AKP'ye vereceklerini belirttiler. CHP'yi ve Baykal'ı değişmeye çağırdılar.

Antalya Ticaret ve Sanayi Odası Meslek Komitesi üyesi Ayhan Kızılsavaş ise sektörde masör ve masöz açığı olduğunu, özellikle yabancı dil bilen personel sayısının yeterli olmadığını, bilenin ise sadece "i love you", "what is your phone number","let me entertain you", “okey” “tenk yu” gibi cümleler kurabildiğini söyledi.

Türk masöz eksikliğinden dem vuran Ayhan Kızılsavaş'ın neden yabancı uyruklu kadın masöze ihtiyacımız var dediği ise bir türlü anlaşılamadı. Acaba sıkıntıda Türk masöz eksikliğinden değil de Türk masöz yerine yabancı uyruklu masöz arayan turistik tesisler nedeniyle mi ortaya çıkıyor sorularını akıllara getirdi.
Bunu bildiren de;

Haydaa Haber Ajansı (HaHA)

8/03/2007 12:48:00 ÖS

Kadın milletvekillerinden parti anlayışları

posted under by berkgun |

Yeni dönemde mecliste yer alacak kadın milletvekillerine "kadın sorunları"nı sormuşlar ve işte üç partiden alınan üç cevap.

Ak Parti Konya Milletvekili Türkmenoğlu:

- "Yasalarımızda kadın erkek eşitsizliği anlamında bir maddemiz yok. Ama uygulamada sorunlarımız var" demiş.

Peki ne yapmamız gerek sayın Türkmenoğlu?

"Uygulamadaki sorunlar yasal değişikliklerin tam olarak topluma yansıtılmamasından ya da yetkili birimlerinin tam olarak bilgilendirilmemesinden kaynaklanabilir."
Bu açıklayıcı bilgileriniz ve çözüm önerileriniz için teşekkür ederiz.

Mhp İzmir Milletvekili Bal:

"Kalkınmanın sürdürebilirliği ekonomik, kültürel ve siyasal alanlardaki gelişmeye bağlıdır. Bu gelişme de kadın, erkek, genç, yaşlı ve özürlülerin hayat şartlarını dikkate alan politikalar üretilmesiyle mümkündür."

Evet bu da gayet güzel bir çözüm önerisi oldu teşekkürler.

CHP Adana Milletvekili Erbatur:

"Artık parlamentoda mutlaka bir kadın erkek fırsat eşitliği komisyonu kurulmalı. Bütçe kanunu'nun hazırlanmasında toplumsal cinsiyet duyarlılığı gözetilmiyor. Hedefim hiç olmazsa yüzde 33'lük bir cinsiyet kotasının mutlaka yasalarımıza yerleştirilmesi."

Allah aşkına şu üç milletvekilimizin cevaplarını okuyunuz. Sizce hangisi gerçekten birşey yapabilecek? Tabii ki hiç biri lakin hangisi daha hazır sorusunun cevabı %100 CHP Milletvekilidir.

Seçim öncesi propaganda döneminde de yapılan buydu. CHP'li Milletvekilleri projelerini ve yapmak istediklerini anlattılar, AKP ve diğer partiler ise sorunları.

Sorunlara ağlamak kolaydır, halkta bunu sever. Şahsi kanaatim halkın çözüm değil daha çok sorun gösterini seçtiği yönündedir.

Belki kötü bir tavsiye olacak ama CHP çözüm yerine sorun üretmeye başlarsa daha başarılı olabilir.

Not: Agggh

8/02/2007 10:18:00 ÖS

Sular akar ağlarım

posted under by berkgun |

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İSKİ'nin suya zam talebinin hem kurumun gelirlerini artırmak, hem de suda tasarrufu teşvik etmek amacıyla yapıldığını belirterek, bunun kararını Eylül ya da Ekim ayında toplanacak İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'nin vereceğini bildirdi. Hürriyet


Evet, aylardır aman su yok ne yapacağız? Sesleriyle inliyor her yer. Bize diyorlar ki suyu dikkatli kullanın canım biraz adam olun. Ama tabii ki bu dikkatli kullanım belediyeleri bağlamıyor. Her yerde şehir şebekesine bağlı süs niteliğinde fışkıran sular.


Bir kaç aydır araştırıyordum. E-5 üzerinde Bakırköy - Şirinevler arasında sağ tarafta taşlar üzerinden sular akıyor şakır şakır. Bugün bu suyun şebeke suyuna bağlı olduğunu öğrendim. Yani yaklaşık 10 apartman kadar su harcayan bir "süs" belediye logolu.


Belediye neden tasarruf yapsın. Şehrin her bir köşesinde su fışkırtıp oy toplayacak. İnsanlar genelde fışkıran sulara oy veriyor ya. Fışkırtmalı


Ne Yapılabilir?


Eğer gerçekten tasarruf yapılması gerekiyor ise önce kaçak su kullanımı engellenecek, gereksiz fışkırtmalar son bulacak ve hepimiz dikkatli olacağız. Eğer kaçak su kullanımı ve gereksiz fışkırtmalar önlenirse pek gerek kalacağını sanmıyorum ya neyse.


Eee Başka Başka


Şuan uzay istasyonunda astronotların tuvaletlerini bile temiz su ile filtreleyip kullanabiliyorlar ama biz üç bir yanımız denizler ile çevrili iken bunu temiz suya çeviremiyoruz. Sadece tuvaletlerinden mi? Ellerine yıkıyorlar, benzin atığı bırakıyorlar ama sonuçta hepsi temiz suya çevriliyor. Neymiş bunun adı “The ECLSS Water Recycling System”


Sonuç: Sular akar akar, akar akar ağlarım, hep ismini hepsinimi anarım The ECLSS Water Recycling System!


8/02/2007 01:00:00 ÖÖ

Hayatımız reklam

“İngiltere'de Bir Çift Çatıda Seks Yaptı. Komşular Olayı Video'ya Çekti”

Bir nevi Bülent Ersoy’un adının Armağan olduğunu sandığım eşinin bir kız ile cep telefonlarına yakalanması vakasıyla aynı. Asıl ilgi çekici olan ise hem bu videoyu hem de bu İngiliz çifti çekenin yorumları.

'Çifti gördüğümde gözlerime inanamadım. Hemen arkadaşlarımı çağırdım. 10 dakika boyunca seks yaptılar. Biz de onları filme çektik.' Demiş. Tamam aşağıda da koyduğum görüntülere bende inanamadım açıkçası ama neden yayınlıyorsun be kardeşim.

Onu bırakın bu benim aklıma başka bir şey getirdi. Adamlar bu videoyu youtube a koyarken şirketlerinin isimlerini yazmışlar birde aynı Armağan beyimizin videosunda bulundukları mekânın ismini söylemesi gibi.

Yeni Medya Baskın Videoları mı?

Bu çatıda sevişen İngiliz çift ki durumlarından gayet memnunlar öğle arasını değerlendiriyor gibiler ama bir reklam malzemesi olabilir mi? Hadi bende reklamlarını yapayım belki işinize yarar “Soho production company”.

Gerçekten güzel bir prodüksiyona imza atmışlar. Ferman bey ve Serap hanım kadar ilgi çektiler mi bilemeyeceğim ama milyonlarca kişinin izlediğini biliyoruz. Ferman Bey ve Serap hanım ise yeni magazincilerimiz.

Acaba bu olayların tamamı reklam olabilir mi? Reklam olduğunu düşündüğüm evlilik ardından 20 gün geçmeden pişkin pişkin yakalan bir Armağan. Diğer tarafta çatıda seks yapıp videoya alınan çift ve iki farklı mekânın ismi.

Ama unutmayalım daha kötüsüde olabilirdi. Ya çatıdaki çift Bülent Ersoy ve Armağan olsaydı. Allah yazdıysa…



6/26/2007 02:20:00 ÖÖ

Polis, taraftar ve yine aynı senaryo

Evimden çıktım, hazır akşam yurtdışından misafirlerimiz gelecek biraz erken gideyim de Lincoln’un fotoğraflarını çekip koyayım diye düşündüm. Haber Türk sağ olsun 12 gibi gelecek dediği adam 11.15’te girdiğim havalimanında yoktu.


Tranway havalimanına girdiğinde korkmadım desem yalan olur. Yaklaşık iki yüz taraftar tezahürat yapıp camlara vuruyordu. Sevgilimi mi koruyacağım, kendimi mi koruyacağım derken kendi takımımın taraftarlarına birkaç Yugoslav faulü yaparak dışarı zor attık kendimizi. O arkadaşlardan da özür dileyim bir tanesinin boşluğuna geldi sanırım.



Bedava tranway kullanımı için gişelerde tünemiş taraftarları da aşıp Dış Hatların altındaki uzun koridora vardım. Alt girişi kapatıldığı için üstten otopark çıkışından girmemizi rica etti havalimanı güvenliği ve biber gazına karşı dikkatli olmamızı, mümkünse biraz beklememizi söyledi.


Ben beklemek istemedim, sevgilimden azarı yedim ve yukarıya çıktık. Ambulanslar vızır vızır önümüzden geçiyor, insanlar telaştan ne yapacaklarını bilemiyor. Acaba neler oluyor?


Taraflı, tarafsız bir sürü sinirli insan… Fotoğraf çekememenin verdiği acıyı geçiyorum… Geciktiğim için o kadar mutluyum ki… Tek başıma olsam neyse yanımda sevgilim var. Onu nasıl koruyacaktım 1.500 insandan…


Kapalı kapıları ve çatlak camları açıp içeri girebildik sonunda. Gözlerim doldu… Biber gazından mı yoksa utanmaktan mı bilemedim. (ki halen midemin bulanması biber gazından olabileceğini düşündürüyor)


İçerde spor gazetelerinde çalışan bir kaç arkadaşımla karşılaştım. “Ağabey birkaç fotoğraf verir misin?” Sorularıma “tabii ki hayır “ cevabı alıp ayaküstü muhabbete başladım.


N’oldu ağabey burada? Soruma utanarak sıkılarak yanıt verdiler. Roberto Carlos geldiğinde sonuna kadar taraftara açılan kapılar Galatasaray taraftarına kapanmıştı. 1500’ün üzerinde olduğu sanılan grupta itişmeler başlamış ve polis olaya müdahale edip birkaç kişiyi yaralamıştı.


Gözüme birden film şeridi gibi Fenerbahçe maçındaki olaylar geldi. Ne düşündüğümü anlamış olsa gerek “bir şeyler dönüyor berk” dedi. Ondan sonra komplo teorilerimizi paylaşıp güldük biraz. Ama sadece teoride kalmayan şeyler vardı elbet.


Önce Ali Sami Yen, sonra Atatürk Havalimanı… Polis ve Galatasaray taraftarı…


Yine mi tek suçlu taraftardı. Neyse bunları bir kenara bırakalım şimdi ne kadar para verdiğimizi hala bileme sekte Canaydın yönetiminde yapılan tek doğru transfere sevinelim.


He bu arada taraftar Canaydın ile barıştı sanmayın. “Yönetim istifa” diye bağıran taraftarlar, havalimanında “Fikrimiz değişmedi” diye bir de pankart açmışlar.


Hoş geldin Lincoln…




Dipnot: gözlerimin bulanıklaşması ve mide bulantısı bber gazına verilen normal bir tepki midir?

6/06/2007 11:53:00 ÖÖ

Feldkamp'ın taşırdığı bardak

posted under by berkgun |

"Pazartesi günü saat 17'de yapılması gereken toplantıya yöneticilerden Şükrü Ergün, Engin Akçakoca, Cengiz Özyalçın, Fatih Gökşen, Ali Gürsoy, Celal Gürcan, Atilla Kınay ve Vedat İrdelp çeşitli sebeplerden dolayı katılmadı. Yani 10 asil ve 5 yedek üyeden sadece dört asil ve üç yedek üye toplantıda yer aldı. Saray Yönetim Kurulunda alınan kararın geçerli sayılabilmesi için ise en az 6 asil üyenin alınan kararı imzalaması gerekiyor."

Peki bu ne demek oluyor?
Feldkamp'ın sözleşmesi şuan için dernekler kanununa göre yeterli imza bulunmadığından geçersiz. Bu haberi Hürriyet'te okurken sevinsem mi üzülsem mi bilemedim.



Önce Feldkamp olayı sırasındaki bazı yorumlar:

Engin Akçakoca: " Adnan bey. Biz transfer haberlerini basından duymak zorunda mıyız? Neler oluyor? Bize de biraz bilgi verir misiniz lütfen. Bu Feldkamp geliyor mu gelmiyor mu? Burada bulunanlar G.Saray Kulübü Yönetim Kurulu Üyeleri"

Şükrü Ergün'ün A.A'ya yaptığı açıklama: "Üzgün ve kırgınım. Feldkamp'ın teknik direktörlük yeteneklerini takdir edecek durumda değilim. Benim karşı olduğum şey, Kalli değil, karar süreci hakkında hiçbir şekilde bilgi sahibi olmamam. Feldkamp'ın takımın başına gelişi konusunda sadece benim değil, hiçbir yöneticinin daha önceden fikrinin olduğunu sanmıyorum"

Feldkamp, yaşıyla ilgili tepkileri ise şöyle değerlendirdi; "Bu tipik Türk düşüncesi. 74. yaşımı da kutlayacak olursam çok sevineceğim. 74. yaş gününü kutlayamayan çok insan var. Umarım 1 sene sonra hep beraber kutlarız.”

İlhan Cavcav: Feldkamp’ın gelmesi gayet normal ve olumlu bende 73 yaşındayım. Doğru karar

Evet, doğru karar Sayın Cavcav, sizin Fenerbahçe ile ilgili sözlerinizi ve el kol hareketlerinizi unutmuş değiliz. Feldkamp’tan da aynı davranışları beklemekteyiz.



Özhan Canaydın gidene kadar Galatasaray’ın içinde olduğu son yazımı yazmaktayım.

Şimdi gerçekleri anlatmanın vakti...


Ben bu Özhan Canaydın'dan neden haz etmem?
Dört nedeni vardır Özhan Canaydın'ı Galatasaray'a yakıştıramamamın.

1. Spor yöneticiliği konusunda bilgisiz olması


2. Galatasaray'ı bakkal gibi yönetmeye çalışması


3. Fairplay maskesi altında insanlara ağır suçlamalar ve ithamlarda bulunması

İlk önce Özhan Beyin ikinci seçimleri nasıl kazandığına bir göz atalım. Seçimlere yaklaşılırken bu seçimlerin iki aday arasında geçeceği belli idi. Yiğit Şardan güçlü ve projeleri hazır bir grup hazırlamıştı. Yiğit Şardan'ın Listesi: Özkan Olcay, Mehmet Cansun, Rıfat Karakimseli, Eşref Hamamcıoğlu, Sedat Doğan, Jerfi Tarık Fıratlı, Abdurrahim Albayrak, Mete Basol, Burak Elmas, Cem Ataç, Serol Acarkan, Mümtaz Tahincioğlu, Murat Yalçındağ, Hasan Mingü

Bu kadroda kimler vardı?
Bu kadro içinde Türkiye'nin en iyi yöneticileri, eski Galatasaray yöneticileri, Galatasaray'ın altyapı tesislerini hiçbir karşılık beklemeden yapmış insanlar ve en önemlisi mantıklı karar alabilecek bir "takım".

Ve o Kara Seçimler

Seçimlerden önce şöyle bir sahne yaşandı. Araştırmalar Yiğit Şardan'ın yaklaşık 200 oy ile önde tamamlayacağını gösteriyordu ama birden Adnan Polat Bey çark edip Özhan Canaydın'ın listesine girdi. (Nedeni acaba Özhan Canaydın seçilemezse iki sene sonra başkanım sözünün gerçekleşmeyeceği olabilir mi?) Sabah görevli olarak Galatasaray Lisesi'ne girdik. 50 yaş üzerindeki ağabeylerimiz yerlerini almışlardı oy kullanmak için.

Birden o yaşta insanlardan beklemeyeceğimiz bir olay yaşandı. Tüm bu ağabeylerimiz Özhan Canaydın dışındaki oy pusulalarını yırtıp yere attılar. Özellikle Yiğit Şardan'ın pusulalarını. Ağabeylerimizden öğrenmek lazım tabii terbiyeyi. Bu hamle, oyları yerde gören insanların Yiğit Şardan'a oy atmayacağını ve zaten kararsız olan insanları çekmek içindi.

Oy kullandıktan sonra "Ooo Yeaaa" diye bağıranından tutunda bir sandıktan çıkan fazla oya kadar, koridorlardaki "Özhan Ağabeyci" gençlere kadar...

Sonuç

Feldkamp olayı artık bardağı taşıran son noktadır. SIFIR faizli kredi bulanların arkasından medya maymunu diyen, kendisini padişah zanneden, Galatasaray’ı 16 milyon dolar borç ile devralıp bu borcu 10 katına çıkaran ve hala geçmiş yönetimleri suçlama yüzüne sahip olan bir insan… Onlar 16 milyon borcu nasıl yaptı? Sen nasıl yaptın Canaydın? Ne daha fazla konuşmaya gerek var, ne daha fazla terbiyesizleşmeye… Şu Yiğit Şardan’ın seçim için vaatleri vardı ya… Alın onu terse çevirin elinize Özhan Canaydın’ın icraatları geçer.

Akılcı, profesyonel, kararlı, şeffaf ve cesur olmayı vaat ediyoruz.

Katılımcı ve birleştirici bir anlayışla hizmet vermeyi ve 25 milyon Galatasaraylıyı kucaklamayı vaat ediyoruz.

Her ne koşulda olursa olsun, Galatasarayın haklarını sonuna dek korumayı ve Galatasarayı asla, kimsenin önünde küçük düşürmemeyi vaat ediyoruz.

Her konuda işinin ehli insanlarla iş birliği içinde olmayı, her şeyi biz biliriz yanlışına düşmemeyi vaat ediyoruz.

Kendi şirketlerimizi hangi bilinç, özen, duyarlılık, dikkat, beceri ve profesyonellikle yönetiyorsak, Galatasaray
ı da aynı hassasiyetle yönetmeyi vaat ediyoruz.

Her yıl 20 milyon USD borçlanma yetkisiyle karşınıza çıkmamayı, şeffaf ve sürekli denetime açık olmayı, başarısız olma korkusu taşımadan proje, fikir ve hamle yapmayı vaat ediyoruz.

Galatasaray
ı 100.lükten kurtarıp, dünyanın en büyük ilk 10 kulübünün arasına taşımayı ve orada sürekli tutundurmak için gerekli tüm altyapıyı hazırlamayı vaat ediyoruz.


Yeter artık Canaydın…



Çok dip not: Fenerbahçe’yi de Feldkamp’a Roberto Carlos transferi ile yaptığı yaş önemli değildir desteğinden dolayı kınıyorum (:

5/30/2007 02:52:00 ÖS

Galatasaray Vestel Spor Kulübü

posted under , , , , , , , , by berkgun |

"Manisa sıkıntısına rağmen...

Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ile Vestel’in patronu Ahmet Nazif Zorlu buluştu, tarihi birleşme için söz kesti. Kısa süre içinde resmiyet kazanması beklenen anlaşmaya göre erkek basketbol takımının adı Galatasaray Vestel olarak değişecek. Görüşme yalnızca basketbol sponsorluğu ile sınırlı değil. Vestel, Manisa’dan desteğini çekti ama, Zorlu’nun sıcak ilişkileri sayesinde Hakan Balta ve Selçuk İnan’ın da Sarı-Kırmızılı ekibe transfer olabilecekleri ifade edildi.

Anlaşma borsaya açıklandı

Geleceğe yönelik en büyük proje ise Galatasaray Sportif A.Ş.’nin, Vestel ve Crea ile imzaladığı ‘pazarlama’ anlaşması. Borsaya yapılan açıklamada, tarafların masaüstü ve dizüstü bilgisayar üretimi ve satışı için 1 yıllık lisans anlaşması imzaladığı bildirildi. Intel firmasının da dahil olduğu projeye Fenerbahçe ile Beşiktaş’ın da katıldığı, üç büyüklerin logosunun yer aldığı masaüstü ve dizüstü bilgisayarların yakın zamanda satışa sunulacağı kaydedildi."

------


Bir Galatasaray maçı hatırlarım. Numaralıda kuzenimle maç öncesi klasik muhabbetlerimizi yapıyorduk. "Ağabey bu ne biçim olay ya skor tabelası bir maç düzgün çalışıyor, bir maç bozuluyor." dedi kuzenim. Baktım bir skor tabelasına sonra döndüm "Vestel yapıyor ağabey ne bekliyorsun" dedim.

Kuzenimin suratına bir kızarma oldu. O sırada arkamda bir kahkaha duydum. Bu tok gülüşün sahibi Ahmet Bey'di. Oğlu ile sürekli halı saha maçlarında karşılaşsamda kendisi ile nadirdir görüşmüşlüğüm.

"Haklısın" dedi gülerek. Bu Galatasaray'lı ağabeyimiz şimdi Galatasaray için yeni bir projeye imza atıyor. Masaüstü ve dizüstü bilgisayarlar, mp3 çalarlar... güzel bir fırsat var. En azından benim bir adet mp3 çalar alacağım kesin.

Galatasaray Vestel adıyla bir basket takımı olmasının ise pek bir yarar getireceğine inanmıyorum. Basketbol için ayrı yönetim kurduk denildi ama basketbola giden paralar hep futbola akmaya devam etti.

Eğer Türkiye ve Galatasaray, ilgi çeken bir basketbol ligi istiyor ise Galatasaray, Efes Pilsen ile birleşmelidir. Bu birleşme hem Galatasaray - Fenerbahçe hemde Efes Pilsen - Ülker yarışını alevlendirecek ve basketbola ilgiyi arttıracaktır.

Vestel ile futbol takımı için bir oluşuma gidilebilir. Tabii ki Galatasaray gibi bir markanın Vestel Galatasaray gibi bir isim alması mümkün değildir ama tüm sponsorluk alanlarından yararlanılarak aynı etki verilebilir.

Ama istifa et Canaydın... Senle güzel haberlerin bile keyfi yok...


5/22/2007 11:38:00 ÖÖ

Her eve bir Aysun!

posted under , , , , , , , , by berkgun |

Aysun Kayacı'nın PepsiMax reklamında öpüşmesi ve aldığı para "Gündem"den henüz düşmemişken şimdi bir başka olay ile "Sarsıldık"....


MANKEN Aysun Kayacı (26 - oh gazete haberi gibi)'nın reklam panoları için hazırlanan karton fotoğrafı iki gün içinde 120 eve girdi. 40 panoya konulan ve Aysun Kayacı'nın dudaklarını öpücük için uzattığı maketler üç defa yenilenmesine karşın sürekli çalınmış...


Kim istemez evinde her an öpücük için bekleyen bir Aysun... Şu ana kadar düşünülmüş en iyi pazarlama yönetimi olabilir.. İki pepsi kapağı getirene sizin öpmenizi bekleyen Aysun Kayacııııı...


Bende odamda bir tane görmek isterim şahsen... keşke ben rastlasaymışım.. kesin alırdım... Lakin bu kartonların panolarda olması kötü şimdi senden başka kaç kişinin öpeceği belli değil.. Böyle bir hizmet yapacaksan gel evime koy yahu...


Ben öyle herkesin öptüğü dudağı öpmem! Benim kartonum bana özel olmalı....

Cem Uzan'ın söylemleri gibi mübarek... HER EVDE BİR AYSUN OLACAK!

ve işte PEPSİ'ye AÇIK MEKTUP

Sevgili Pepsi..
Mümkünse Kim Smith'in öpücük verirken ki real doll'unu da bir panonuza koyar ve bana haber verirseniz sevinirim...

Sevgilerimle

5/22/2007 11:38:00 ÖÖ

Nereden Nereye

posted under , , , , , , by berkgun |

Ah bana acı veren ilginç bir haberi sizinle paylaşmak istedim...


Tarih 19 Mayıs 1964. Yer Manisa Akhisar. Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde kız öğrenciler, kısa kollu gömlek ve kısa şortlu. Tarih 19 Mayıs 2007. Yer yine aynı. Ama, kızlar uzun kollu eşofman takımı giymiş

Manisa'nın Akhisar ilçesinde, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde kız öğrencilerin giydiği kıyafetler tartışma yarattı. 43 yıl önceki törende kızların şortla gösteri yaptığı ilçede, son törende uzun kollu eşofman takımının tercih edilmesi yadırgandı.

Akhisar'da, 1964'te şehir stadındaki geçit töreninde, kız öğrenciler beyaz kısa kollu gömlek ve beyaz şort giyip boyunlarına fular takarak, ayaklarına da kısa beyaz çorap ve bez spor ayakkabı giyerek yürümüştü.

43 yıl sonra, 19 Mayıs Cumartesi günü şehir stadında yapılan törene katılan kız öğrenciler, bu kez uzun kollu kırmızı eşofman üstü, ayak bileklerine kadar uzun eşofman altı, beyaz eldivenler ile değişik renkli spor ayakkabılar giydi.

Atatürkçü Düşünce Derneği Akhisar Şubesi Başkanı Süleyman Şen, bu yıl törenlerde genç kızların giydiği kıyafetlerle, 43 yıl önce giyilen kıyafetlerin çok farklı olduğunu belirterek, "İki fotoğraf, çağdaşlık yolunda ne kadar ilerlediğimizi gösteriyor. Bu yıl yalnızca başların açık bırakıldığı kıyafetlerin özellikle seçildiğini sanıyorum" dedi.

CHP Akhisar Şube Başkanı Güngör Lalancı, 1964'de Akhisar Şehir Stadı'nda çekilen fotoğrafla 2007'de çekilen fotoğrafın, Türkiye'nin nereden nereye gittiğinin açık göstergesi olduğunu vurguladı.
Lalancı, "Çağdaş, Atatürkçü, cumhuriyetin ilkelerine bağlı idarecilerin giderek azaldığı bir gerçek" diye konuştu.

Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri, 19 Mayıs törenleri için Kaymakam başkanlığında kutlama komitesi oluşturulduğunu belirterek şöyle dedi:


'Renk bütünlüğü' savunması


"Bu yıl 19 Mayıs gösterilerinde sadece jimnastik hareketleri yoktu. Aynı zamanda çeşitli tablolar sergileniyordu. Bu yüzden kızlar kırmızı, erkekler beyaz renkli kıyafetler giydi. Tablolarda yerde çizecekleri şekillerde renk bütünlüğü sağlanması için kıyafetler uzun kollu ve pantolon şeklinde tasarlandı. Örneğin, Türk bayrağı tablosu için kızlar beyaz eldiven giydi."



43 yıl önce 43 yıl sonra

5/22/2007 11:36:00 ÖÖ

CANAYDIN Nerdesin?

posted under , , , , , , , , , , by berkgun |

Öncelikle bir önce yazdığım ve sildiğim yazı için özür dilerim olay sıcakken yazmamam gerektiğini farkedemedim. Zaten fikirlerim çok değişti.


19 Mayıs Cumartesi günü Ali Sami Yen'in adı verilmiş tuvaletsiz stadımızda bir olay yaşandı. Bazıları Galatasaray'ı asalım keselim dedi, bazıları her yerde oluyor bu olaylar dedi, bazıları Şükrü Saraçoğlu'nda olan olayların devamı dedi (ki bende buna dahildim).


NERDESİN CANAYDIN?


Yüreğim acıyor...Yıllar önce aşık olduğum kıza sarılma imkanı tanıyan o tribünler şimdi Galatasaray aşkımı öldürüyor. Yazının devamında o tribünde veya dışarıda olaylara karışan hiç bir yaratık hakkında konuşmayacağım, değmez bile...


Günlerden salı... aradan üç gün geçmiş ama Galatasaray'ımızın BÜYÜK Başkanı Özhan Canaydın ortalarda yok. Oysa kendisi çıkmalıydı ortaya... Saklandığı delikten çıkmalıydı... Galatasaray'ın hiç bir branşında maçlara gitmeyen, dernek dışında kimseye yüzünü göstermeyip deliğinde saklanan Canaydın; Galatasaray'ın her maçına giden insanlara karşı nasıl konuşur ki?


UTAN Canaydın! Sana Avrupa Şampiyonu bir kulüp bıraktılar, sen çemkirdin onlara borç batağındayız diye... Borcumuz ne kadardı yaklaşık 15 milyon dolar... Şimdi borcumuz ne kadar Canaydın SÖYLE!!! Hayali stada para verdiler dedin, sen onlarca milyon doları nereye harcadın Canaydın SÖYLE! Şimdi hangi GALATASARAY'ın Başkanısın sen CANAYDIN! Galatasaray kaldı mı?


Sen çıkmadıktan sonra insanların karşısına bu durumda bile... Sen kulüp başkanıymışsın, sirk cambazıymışsın banane? Sana ve seçimde sana oy verip, muhalefetin oy pusulalarını yırtan yandaşlarına "ağabey" diyecek kadar bile saygım yok! Galatasaray'lı olmak ne demek CANAYDIN SÖYLE!


Sen televizyona çıkıp vurmayacaksan yumruğunu... Bu olayları çıkartanlar TARAFTAR değil, hatta İNSAN bile değil demeyeceksen ben nasıl utanmam GALATASARAY'lı olmaktan...


Bu rezilliğin, bu başı boşluğun TEK SORUMLUSU sensin! Sen nasıl bir adamsın ki yönettiğin kulübün taraftarından korkuyorsun? Lideri olmayan bir sürünün sonu bu olur işte!


Şimdi istifa etsen ne yazar, istifa etmesen ne yazar... Şimdi çıksan haykırsan ne yazar, haykırmasan ne yazar... Şimdi stad yapsan ne yazar, yapmasan ne yazar... Şimdi olsan ne yazar, olmasan ne? Şimdi takıl sen kafana göre...


NASIL CEZA VERECEKSİNİZ?


Fenerbahçe'ye fıstık cezalar veren bir federasyon nasıl büyük bir ceza verebilir? Fenerbahçe stadında adam mı dövülmedi? Kafa mı yarılmadı? Ne ceza aldı Fenerbahçe? Şimdi nasıl ceza vereceksiniz?


Şimdi büyük bir ceza verseniz bu olayları yaratan varlıklar demeyecekler mi hani Fenerbahçe'ye ceza nerde diye? O zaman ne cevap vereceksiniz?


OLAYLARI POLİSİN ÇIKARMADIĞINI NERDEN BİLECEĞİZ?


1 Mayıs'ta yemek yiyen, sinemaya giden insanları döven bir polise nasıl güveneceğiz? Beni geçen sene stadtan çıkmak istiyorum diye dövmeye çalışan polise ben nasıl güvenirimde suç taraftarın derim? Hem ben Ali Sami Yen'de daha büyük olaylar gördüm, onlar neden yazılmadı?


Neden kimse kolu bacağı kırılan taraftarları, hastaneye kaldırılan taraftarları yazmıyor?


Daha yazmak istemiyorum... bu ülkedeki futbol hakkında...

5/14/2007 11:35:00 ÖÖ

Haftasonu Lakırtıları

posted under by berkgun |

Bir araya gelmediler


Geçtiğimiz günlerde İzmir'de buluşacakları hakkındaki bir duyumu yazmıştım fakat olmadı. Şimdi de neden olmadığını yazıyorum.

"CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile DSP Lideri Zeki Sezer, İzmir'de meydanları dolduran yüzbinlerce kişinin sloganlarına rağmen bir araya gelmedi. Böylece İzmir'de solda birleşme müjdesi bekleyenler hayalkırıklığı yaşadı." Hurriyet


Yapılan görüşmelerde Baykal, Sezer'e birinci veya ikinci sıradan 20 milletvekili adaylığı önerdi. Sezer ise tüm parti meclisinin aday olması konusunda diretti. Bu nedenle iki "lider" ortak noktada birleşemediler. İlk kez Baykal'ın haklı olduğu bir nokta bulmak benim açımdan sevindirici.


Peki Sezer nerde hata yaptı? Yaklaşık 60 kişi için milletvekili adaylığı isterken unuttuğu bir şey vardı. Zaten partiyi kapatıp CHP'ye dahil olsalardı parti meclisleri birleşeceği için bu sayıya yakın bir adaylık sahibi olacaklardı. Yani ne demekmişşşşş... Parti meclisine girmek milletvekili adayı olma hakkını getiriyormuş. Yani neymişşşşş Sezer hatalıymış



Ermenistan'a, Eurovision'da 12 tam puan


Beş para etmez şarkıların yarıştığı bir Eurovision'u daha geride bıraktık ve sonuçta ise yine beş para etmez bir parça kazandı.


"Eurovision finalinde ülkemize hiç puan vermeyen Ermenistan'a, Türkiye'den 12 tam puan gitmesi Türk müzisyenler tarafından şaşkınlıkla karşılandı; Ermenistan'da da tartışmalara neden oldu" Hürriyet


Aklımda kalan tek nokta İngiltere'nin 12 puanı ve Türkiye'nin Ermenistan'a verdiği 12 puandı. İngiltere'nin 12 puan vermesinin dansçılar ile veya şarkıyla ilgili olduğu söylenebilir ama Türkiye'nin Ermenistan'a verdiği 12 puana şaşırmamak gerekir. Hepimiz Ermeni değil miydik? Tabii ki Ermenistan'a oy vereceğiz!



Haftanın spor olayı

Geçtiğimiz hafta sonu tahmin ettiğinizin aksine Fenerbahçe'nin şampiyonluğu değil asıl önemli olan. Karşıyakalı'ların Cumhuriyet mitinginde açtıkları pankart. İşte O Pankart:


Geçtiğimiz hafta sonu tahmin ettiğinizin aksine Fenerbahçe'nin şampiyonluğu değil asıl önemli olan. Karşıyakalı'ların Cumhuriyet mitinginde açtıkları pankart. İşte O Pankart:



DP Fiyaskosu


"DYP ve Anavatan'ın Demokrat Parti (DP) adında birleşmesi eski DP yöneticilerinden olduğu söylenen Cemal Şen'in girişimiyle tehlikeye girdi. Şen, iki partiden önce bir grup arkadaşı ile 'DP' isimli parti kuruluşu için İçişleri Bakanlığı'na başvurdu. DYP ve Anavatan, bir yandan başvuruya itiraz etmeye hazırlanırken, bir yandan da DP'nin geri alınması için ne yapacaklarını araştırıyor. " HaberTurk



Radikal gazetesinde gördüğüm bir haberdi bu. Neden benim aklıma gelmedi diye düşünmedim değil aslında. Çok iyi yapmış Cemal Şen (Melih Gökçek'in desteği ile). Eğer hazırlığını yapmadıysan neden açıklarsın ismini be adam? Bu "yahoo" gibi çok iyi bir alan adını bulup, çıkıp televizyonda ismini zikretmeye benziyor veya dünya'yı değiştirecek bir sistem bulup patentini almamaya. Tebrik ederim. Bunu bile düşünemeyen insanların ülkemizi yönetmesini tabii ki isteriz!



Fener Sami Yen`de alkışlanacak mı?


"Fenerbahçe, Galatasaray maçı öncesi şampiyonluğunu ilan etti. Acaba Cim Bom da, Chelsea'nin Manchester'ı alkışladığı gibi Kanarya'yı alkışlayacak mı?" Milliyet


Rakipleri kazandığında saygısızlığını her fırsatta gösteren bir yönetime ve oyunculara sahip olan kulübü ne için tebrik edecekler? Hatırlayacaksınız ki geçtiğimiz senede Manchester'ın futbolcuları Chelsea'yi alkışlamıştı. Peki Fenerbahçe geçen yıl ne yaptı?



Önünde diz çöktüler

"Milletvekilliğine soyunanlar havalimanında karşıladıkları Deniz Baykal'ın yanından, kendisini uğurlayınca kadar bir an olsun ayrılmadı. Bazısı fotoğraf çektirdi, bazısı önünde diz çöktü, bir bölümü de kulak kulağa samimi görüntü verdi." Milliyet


"Milletvekilliğine soyunanlar havalimanında karşıladıkları Deniz Baykal'ın yanından, kendisini uğurlayınca kadar bir an olsun ayrılmadı. Bazısı fotoğraf çektirdi, bazısı önünde diz çöktü, bir bölümü de kulak kulağa samimi görüntü verdi." Milliyet

Milletvekili olmak... bazı insanlar için çok eğlenceli bir iş sanırım. Ceylan derisi koltuklar, yoklama zorunluluğu olmadan bir işin olması.... yan gel yat ve üzerine para kazan. Bir insan milletvekili olmak için neden yüz binlerce ytl harcar... kendisine nasıl bir geri dönüş sağlayacaktır? Bu parayı nerden bulmuştur? Benimde Tansu Çiller'in kafamı okşadığı fotoğrafım vardı 10 yaşındaydım sanırım. Fotoğrafı yırtmayıp milletvekili olmaya mı heves etseydim?

5/10/2007 11:34:00 ÖÖ

Baykal ve Sezer İzmir’de bir araya gelecek

posted under by berkgun |

“Solda birleşme”nin hız kazandığı bugünlerde, kulislerde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’in İzmir’de düzenlenecek “Cumhuriyetine Sahip Çık” mitinglerinde bir araya gelecekleri söylentisi dolaşıyor.

13 ve 19 Mayıs tarihlerinde İzmir’de düzenlenecek mitinglerden birine Baykal ve Sezer birlikte gidecek ve katılacaklar. Birlikte gidememe durumunda ise, iki lider el ele tutuşarak halkı selamlayacak ve “Solda birleşme”nin tamamlandığını mesajını verecekler.

Ayrıca, Sezer’in CHP ile işbirliği olması halinde milletvekilliği için aday olmayacağının açıklanması üzerine de Baykal’ın yakın çevresine “Sayın Sezer aday olmayarak fedakarlık yapıyor. Ben de onu, CHP milletvekiliymiş gibi el üstünde taşıyacağım” dediği öğrenildi.

5/09/2007 11:33:00 ÖÖ

Biz Geldik - Güle Güle

posted under by berkgun |


"II. Dünya Savaşı sonrasında temelleri atılan Avrupa Birliği 1950'de olgunlaşarak 1992'de nihai halini almıştır. Türkiye ile Avrupa Birliği'nin ilişkileri 31 Temmuz 1959'da Türkiye'nin Avrupa Ekonomik Topluluğu'na yaptığı ortaklık başvurusu ile başlar. AET Bakanlar Konseyi'nin başvuruyu kabul etmesi sonrasında 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Anlaşması imzalanmıştır. Ankara Anlaşması ortaklık yaratan bir anlaşmadır. Bunu 1970 yılında imzalanan Katma Protokol izlemektedir. Türkiye'nin, sonradan Topluluk üyesi olan birçok ülkeden daha önce Topluluk ile ilişkilerini başlatmış olan bu iki önemli belge, o tarihlerden sonra ve 17 Aralık 2004 tarihli Avrupa Konseyi Sonuç Bildirgesi sonrasında halen devam etmekte olan süreçte Türkiye-AB ilişkilerinin hukuki dayanaklarındandır."

Sağol Wikipedia (:


Şimdi asıl konuya gelelim. Türkiye'nin 12-13 yıl sonra Avrupa Birliği'ne dahil olacağı düşünülüyor. Türkiye, Avrupa Birliği'ne dahil olduğundan Avrupa'nın en büyük ordusuna sahip olacak ve Avrupa'nın ikinci büyük ülkesi olacak.


İşin komik tarafı ise CIA yaptığı açıklamada Avrupa Birliği'nin 15 yıl sonra dağılacağını tahmin ettiğini duyurdu. Rapora göre Avrupa Birliği kendini geliştirecek reformlar yapamaz ise bu sona hazırlıklı olmalı.


Raporda AB'nin varolan ekonomik düzeni sürdüremeyeceği, yaşlanan nüfusun zayıflamaya neden olacağını, bugün Avrupa'daki Müslümanların yılda %13 artarken 2025 yılında %37 artış olacağını ve bunun AB politikalarını sarsacağı savunmuşlar.


Rapordaki en çarpıcı noktalar ise Brezilya'nın 2025'te Avrupa'daki tüm ülkelerden daha gelişmiş bir ülke olacağını söylemesi ve Avrupa'nın AIDS salgınına maruz kalacağını tahmin etmesi.


Onu bunu bırakalım kendi ülkemize bakalım. Raporda Türkiye ile ilgili hiç bir ibare yer almıyor ama insan düşününce bir gözünden yaş akıyor, diğer taraftan gülüyor.


Raporda yazanlar doğru çıkarsa Türkiye, AB'ye girdikten iki sene sonra AB dağılacak. 1959'dan bu yana uğraştığımız (!?) herşey boşa gidecek. Mümkündür ki o zamanda siyasetçilerimiz çıkacak ve diyecekler ki "AB bizi taşıyamadı. Biz çok büyük bir ülkeyiz."


Biz girdikten sonra veya bu süreç içinde dağılacak bir birlik için kendimizden neden ödün veriyoruz? Sadece politik çıkarlar adına neden bu işi uzatıyoruz? Ne zaman hak ettiğimiz için değil de AB'ye uyum adına reform yapmaktan vazgeçeceğiz


Ekstra içimde kalmasın bölümü


"Adını hatırlayamadığım Bilgi Üniversitesi'nde rektördü sanırım bir şahıs İsmet İnönü ile ilgili sürekli aklıma gelen bir olay anlatmıştı. İsmet İnönü 1959 yılında demiş ki... "Bu günleri görseydik bu ülke için savaşmazdık"


Olayın doğruluğu tartışılır ama benim yaşım müsait olmasa da bildiğim bir gerçek var ki bu anlaşma imzalandığında solcular karşı çıkmışlar. En azından bu bölümü gerçek."


Sağol Wikipedia (:


Şimdi asıl konuya gelelim. Türkiye'nin 12-13 yıl sonra Avrupa Birliği'ne dahil olacağı düşünülüyor. Türkiye, Avrupa Birliği'ne dahil olduğundan Avrupa'nın en büyük ordusuna sahip olacak ve Avrupa'nın ikinci büyük ülkesi olacak.


İşin komik tarafı ise CIA yaptığı açıklamada Avrupa Birliği'nin 15 yıl sonra dağılacağını tahmin ettiğini duyurdu. Rapora göre Avrupa Birliği kendini geliştirecek reformlar yapamaz ise bu sona hazırlıklı olmalı.


Raporda AB'nin varolan ekonomik düzeni sürdüremeyeceği, yaşlanan nüfusun zayıflamaya neden olacağını, bugün Avrupa'daki Müslümanların yılda %13 artarken 2025 yılında %37 artış olacağını ve bunun AB politikalarını sarsacağı savunmuşlar.


Rapordaki en çarpıcı noktalar ise Brezilya'nın 2025'te Avrupa'daki tüm ülkelerden daha gelişmiş bir ülke olacağını söylemesi ve Avrupa'nın AIDS salgınına maruz kalacağını tahmin etmesi.


Onu bunu bırakalım kendi ülkemize bakalım. Raporda Türkiye ile ilgili hiç bir ibare yer almıyor ama insan düşününce bir gözünden yaş akıyor, diğer taraftan gülüyor.


Raporda yazanlar doğru çıkarsa Türkiye, AB'ye girdikten iki sene sonra AB dağılacak. 1959'dan bu yana uğraştığımız (!?) herşey boşa gidecek. Mümkündür ki o zamanda siyasetçilerimiz çıkacak ve diyecekler ki "AB bizi taşıyamadı. Biz çok büyük bir ülkeyiz."


Biz girdikten sonra veya bu süreç içinde dağılacak bir birlik için kendimizden neden ödün veriyoruz? Sadece politik çıkarlar adına neden bu işi uzatıyoruz? Ne zaman hak ettiğimiz için değil de AB'ye uyum adına reform yapmaktan vazgeçeceğiz


Ekstra içimde kalmasın bölümü


"Adını hatırlayamadığım Bilgi Üniversitesi'nde rektördü sanırım bir şahıs İsmet İnönü ile ilgili sürekli aklıma gelen bir olay anlatmıştı. İsmet İnönü 1959 yılında demiş ki... "Bu günleri görseydik bu ülke için savaşmazdık"


Olayın doğruluğu tartışılır ama benim yaşım müsait olmasa da bildiğim bir gerçek var ki bu anlaşma imzalandığında solcular karşı çıkmışlar. En azından bu bölümü gerçek."

5/03/2007 11:32:00 ÖÖ

Polis, Kürkçügil'e neden tokat attı?

posted under by berkgun |

1 Mayıs'ta polisin darbe misali güvenlik önlemleri ile karşılaştık. Üzerimiz aranarak Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçebildik...


Bu konular çok tartışıldı üzerine konuşacak pek birşey kalmadı. Yeteri kadar tartışılmayan tek konu ise bir "polis"in restoranda yemek yiyen Özgürlük ve Dayanışma Partisi kurucularından Masis Kürkçügil'e tokat atmasıydı.



Bülent Usta'nın (CNNTURK) çektiği görüntülerde ekibinden ayrılan bir polisin restaurantta yemek yiyen 60 yaşındaki Küçükgil'in yanına geldiği görülüyor. Küçükgil, polise "Beyefendi, burada yemek yiyoruz" diyerek durumu izah etmeye çalışıyor.


Polis "yerinde" bir cevap veriyor "Osmanlı Tokatı".. Helal olsun! Yaşadığı olay karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Küçükgil "O polisi babası çok dövmüş galiba" diyor.


Babasını bilmiyorum ama o polis dövülmeyi hak ediyor. Genelleme yapmak istemiyorum ama bana rastlayan polislerin hepsi bu tarz davranışlar sergiliyor. (altta bahsedeceğim)



Polisin Biber Gazı Stoğu Tükendi


Hatırlarsınız Çağlayan ve Tandoğan mitinglerinin ardından bayrak stoklarının tükendiği belirtilmişti. 1 Mayıs'tan sonra da "biber gazı" stoğu bitmiş emniyetin deposunda.


"Allah bunlar sanırım toplanıyor, kesin bunlar saldıracak bize, kesin olay çıkartacaklar... SALDIRIN!"


"Atın bombaları bunlar insan değil!"


-----


Sanırım geçen yıl Galatasaray ve Fenerbahçe, Türkiye kupasında karşı karşıya gelmişlerdi. Maç sonunda Fenerbahçe'li taraftarlar yenilgiyi kutlarken Galatasaray'lı taraftarlar ile atışıyorlardı. Polis ise bir çıkışı kapamış ve herkesi tek çıkıştan çıkarıyordu.


"Hadi çıkın kaşınmayın!"


Kaşınmadığımı belirtmek için aradan sıyrılıp çıkmayı denedim fakat kapının önündeki polisler o çıkışı da kapamıştı. "Pardon müsade edebilir misiniz?" sözüme kazağımdan beni merdivenlere iterek cevap vermeye çalıştı (ki kazağım yırtıldı) ve ardından bir sürü olay ve taraftarın polisi dövmesi ile sonuçlandı.


Ertesi gün bu polisi şikayet etmek için Mecidiyeköy'deki karakola uğradım ve polisin neden böyle bir ruh hali içinde olduğunu orda anladım.


Polis, Bu Şehrin İnsanını Tanımıyor


"İstanbul'da İstanbul'lu polis bırakmadılar. Haraç alıyorlar, samimi ilişkiler kuruyorlar diye gönderdiler hepsini başka şehirlere. Şehir dışından ve özellikle doğu bölgelerinden bir çok polisi İstanbul'a getirdiler ki bu süreç devamlı tekrarlanıyor. Bu şehrin polisi, bu şehrin insanını tanımıyor. Kendisini ezik hissediyor ve bu nedenle böyle davranışlar içine giriyor."


Bu yukarıdaki sözler bana ait değil orada bana saldıran polis hakkındaki şikayetimi değerlendirmeye alan ismini açıklayamadığım birine ait.

Bu yukarıdaki sözler bana ait değil orada bana saldıran polis hakkındaki şikayetimi değerlendirmeye alan ismini açıklayamadığım birine ait.

Aslında bu durumu açıklayan en doğru sözler bence.

5/01/2007 11:30:00 ÖÖ

Hükümetin Tandoğan Sendromu

posted under by berkgun |

Tandoğan ve Çağlayan mitinglerinin ardından bugün 1 Mayıs için inanılmaz önlemler alındı. Köprüden Anadolu yakasına tüm arabalar aranarak tek şeritten geçiriliyor. Araba kuyruğunun sonu gözükmüyor. Köprüye bağlanan tüm yollar, ara yollara kadar tıkandı. İnsanlar işlerine yürüyerek gitmeye çalışıyor.



Taksim'de ise tam bir rezalet söz konusu. Habercilerin merkezlerine haber geçmesine izin verilmiyor. Canlı yayın araçlarının ruhsatları toplanmış durumda. Gizli gizli yayın yapan muhabirler yakalanmaktan korkuyor. Polisin kendilerini eğer "görevlerini" yaparlarsa cezalandırılmakla tehdit ettiğini belirtiyorlar.


Şehir dışından gelen tüm araçlar durdurulmuş durumda. Hareketlerine izin verilmiyor veya mümkün olduğunca engelleniyor.



Hükümet korkuyor! Tandoğan ve Çağlayan'ın ardından bir darbe daha almaktan korkuyor. Bugün tabii ki toplanacak halk hükümete karşı sloganlar atacak. Hükümet son darbeyi almaktan korkuyor.


İşlerine, okullarına ve tabii ki mitinge gidemeyen halk, hükümeti ve Vali Muammer Güler'i protesto ediyor.



Her yere asılan pankartlara bir yenisi eklenecek gibi "Korkusuz Başbakanım Hizmet Aşkınıza Hayranız"

4/11/2007 10:18:00 ÖÖ

Kendine Gel EMI !

posted under by berkgun |


50 ülkede 6300 çalışanıyla Dünya'nın en büyük bağımsız müzik şirketi EMI'da neler oluyor? Finansal raporlarında kar ettiğini göstersede EMI küçülüyor. Bazı kaynaklardan edindiğim bilgi EMI'ın raporunu yalanlıyor. 2006 yılında 62.7 milyon dolar net kar açıklayan EMI aslında 90 milyon doların üzerinde zarar etti.


Bünyesinde The Beatles'tan Rolling Stones'a, Pink Floyd'tan Robbie Williams'a bir çok ünlü ismi barındıran EMI gerek Dünya'da gerekse ülkemizde 2006 yılında başarısızlığa uğradı. İnternetin gelişimine ayak uyduramayan ve tutarsız bir politika izleyen ülkemizdeki "EMI-KENT"te en büyük darbeyi aldı.


31 Mart günü Hakan Kurşun görevinden "istifa" etti. Ardından Finans Direktörleri Ö. Nazan Hacıgüzeller, 1 Nisan itibariyle EMI Türkiye’nin yeni Genel Müdürü oldu. EMI-KENT, Unkapanı'nda yıllardır varolan deposunu kapama kararı aldı ve iyice kabuğuna çekildi. Bu çekilme sırasında ise yerli sanatçıların çoğu ile sözleşmesini feshetti. Daha doğrusu Hakan Kurşun'un sanatçılarıyla... Bir tek Hayko Cepkin'in sözleşmesi fesh edilmedi. Bunun nedeni ise zaten yeni albümün kaydedilmiş ve çıkma aşamasında olmasıydı. Yani zaten para gitti...


Dünya çapında küçülüp yeniden büyümeyi hedefleyen EMI'ın ülkemizdeki tutumunun ne olacağını merakla izliyoruz. Zira Universal Türkiye bildiğiniz gibi kapanmış ve temele atılmış ilk bomba olmuştu. Şimdi Universal yeniden Türkiye'ye döndü ama prodüksiyon yapacak mı bu henüz net değil.


Ö. Nazan Hacıgüzeller'e başarılar ve kişisel zevklerin daha önce EMI'de yaşananlar gibi onları zarara uğratmamasını diliyorum.

4/04/2007 11:06:00 ÖÖ

Bu Kadarı Doğru Olamaz

posted under by berkgun |

Son günlerde internet ortamında ve sokakta sıkça konuşulan bir konu var. Kimsenin açıkça, adını koyamadığı iddialar sonunda benim bloguma kadar ulaştı. İhtimal vermek istemediğim ancak bir zamanların komünist memleketlerinde olduğu gibi “fısıltı” ve “dedikodu” olarak yayılmaktan çıkması, her şeyin açıklıkla konuşulması, iftira ve dedikodulara mahal verilmemesi açısından ve demokrasi adına bir hizmettir diye düşündüğümden, sizlerle de paylaşıyorum.

Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Burak... Kendisini trafik kazasından, babasına borç vermesinden, milyon dolarlık işlere imza atmasından ya da gemi satın alışından hatırlayabilirsiniz. 28 yaşındaki Burak, Bilkent Üniversitesi'nde okurken yurtdışına burslu olarak yollandı ve ekonomi eğitimini tamamladı. Eğitimi bitmiş olmasına rağmen Burak’ın askerliği halen tecilli olarak gözükmekte.

Adını ilk kez 1998 Mayıs'ında TRT İstanbul Radyosu Sanatçısı Sevim Tanürek'in trafik kazasında ölümü nedeniyle duyduk. Şişli'de, iddiaya göre, bir kırmızı ışıkta durmayıp Sevim Tanürek'e çarpan aracı kullanıyordu. Kazadan hemen sonra fren izlerini silmek için Belediye tarafından cadde baştan aşağıya temizlenmiş ve yine iddiaya göre o dönemde ehliyetsiz olan Burak, ceza almaması için “3 ay önce” verildiği görülen bir ehliyete sahip olmuştu. Bu arada, Sevim Tanürek'in yakınları "birileri"nin kendilerini tehdit ettiğini öne sürdüler ama olaylar kapandı, iddialar havada kaldı.

Adli Tıp Trafik İhtisas Dairesi, Sevim Tanürek'i 8'de 8 suçlu buldu ve “Burak kusursuzdur” dedi. Kusursuz raporunu veren Başkan Eyüp Bey ise daha sonra Türkiye Deniz İşletmeleri Genel Müdür Yardımcısı olarak atandı.

Burak Erdoğan ise, 2001 yılında Berlusconi'nin şahitliği ile evlendi. Düğünde takılan 174 adet Cumhuriyet Altını Recep Tayyip Erdoğan'ın mal varlığındaki artışın nedeni olarak açıklandı. Tayyip Erdoğan, 2001 yılında verdiği mal beyanında oğlu Burak'a 220 bin ABD Doları ve 55 bin Alman Markı borcu olduğunu açıkladı. Burak, o zamanlar üniversiteden yeni mezun olmuştu ve 22 yaşındaydı.

Burak, babası Ülker Grubu ürünlerinin dağıtımını yapan şirketteki hisselerini 1.2 trilyon liraya satana kadar şirketin yönetimindeydi. Gıda sektöründen, babası hisselerini satılıp çekilince, hemen "kendi" birikimleriyle denizcilik sektörüne girdi.

Hatırlayacaksınız; geçtiğimiz günlerde özellikle internet ortamında çok konuşulan bir konu vardı: "Gemi" meselesi. Yüzde 50 ortağı olduğu MB Denizcilik adlı şirket, Hasan Doğan'dan değeri iki katı olmasına rağmen Safran 1 adlı kuru yük gemisini 2 milyon 325 bin dolara, 500 bin doları peşin 36 ay taksitle satın almıştı. Alan kişi tahmin edeceğiniz üzere Burak Erdoğan’dı.

Ve iddialar bundan sonra da peş peşe geliyor.

Hasan Doğan’ın 705 Milyon Dolar + KDV'ye Levent'teki İETT garajı arazisinin sahibi olan Sama Dubai'nin ortağı olması. Hasan Bey'i Remzi Gür ile ortak oldukları Ramsey'den tanıyoruz.. Ayrıca Hasan Bey'in ablası Remzi Gür ile evli. Peki Ramsey'in Burak ile ilgisi nedir? Burak Bey ve kardeşleri "burslu" olarak Remzi Gür ve Ramsey tarafından yurt dışında okutulmaktadır.

Herhalde bu kadarı doğru olamaz.

3/28/2007 12:13:00 ÖÖ

Hortuma Doğru

posted under by berkgun |

Orhan Veli Kanık'tan özür diliyorum öncellikle böyle bir terbiyesizlik yaptığım için lakin artık bazı şeyler insanı çileden çıkartırken duygularımı en sade bir şekilde anlatmamı sağladı... "Hürriyete Doğru" şiirini "Hortuma Doğru" olarak değiştirdim. Umarım kısa sürede yaptığım bu değişiklik okunası bir şiir çıkarmıştır ortaya. Tekrar tekrar özür dilerim Orhan Veli Kanık...


Hortuma Doğru

Gün doğmadan
İlkokul çağındaki çocuklar fabrikaya giderken çıkacaksın yola
Açım yazılı pankart tutan köşedeki "dilsiz" ağabey bütün paranı isteyecek bağırarak
İçinde işe hangi yoldan gidersem iki saatin altında orda olurum düşüncesi
Gideceksin
Gideceksin 85'e binip Mecdiyeköy üzerinde
Belki Pinhani gibi bir şarkı yazarsın otobüste'de Haşmet Babaoğlu seni yazar köşesinde diye
Avutacaksın
Otobüste biri elbet birgün cüzdanını çalacak
Evinin kirasını bile karşılayamadığın maaşın gidecek cebinden
Birden
Kredi kartından haciz gelecek evine
Deniz kızları mı dersin artık kuşlar mı öptü dersin o baygınlık ile bilemiyorum
Bayramda çocuğuna cebindeki öğle yemeğine vereceğin simit ve çay parası
Baban belki sanada alırdı ferrariler, tankerler, fabrikalar..... özel hastaneler ssklı olduğu için reddetmeseydi de ölmeseydi
Heey!
Ne duruyorsun be, at kendini siyasete
Geride namusun mu kalmış aldırma
Görmüyor musun, her yanda bir başka rezillik
Yalaka ol, maşa ol, başkan ol, milletvekili ol, bakan ol
Git gidebildiğin yere...

3/21/2007 01:44:00 ÖS

Gerçekle kurgu arasında Çankaya

posted under by berkgun |




Salyangoz Yayınları'ndan Cumhurbaşkanı'na cinayet suçlaması. Hrant Dink'in öldürülmesinden 19 gün önce çıkan "Çankaya Kabusu: 864" adlı kitap Dink'in cinayeti ile benzerlikler taşıyan hatta isimler dışında aynı olan kurgusunda Cumhurbaşkanı'nın ve Köşk'ün cinayetlerin arkasındaki güç olduğunu anlatıyor. Romanda dahi olsa böyle bir suçlamanın dile getirilip getirilemeyeceği ve bunun suç olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu oldu. Bazı hukukçular bununda bir suç olduğu görüşündeler. Romanda olsa mevcut Cumhurbaşkanı'nın katil yada azmettirici olarak göstermenin suç unsuru olduğu düşünülüyor.


Türkiye ve Dünya Hrank Dink suikastini konuşurken ATV Ana Haber bülteninde Paris muhaberiyle yapılan bir bağlantı şok etkisi yarattı.


Türkiye ve Dünya Hrank Dink suikastini konuşurken ATV Ana Haber bülteninde Paris muhaberiyle yapılan bir bağlantı şok etkisi yarattı.

Muhabir, önce Deveciyan ile görüştüğünü ardından da Le Monde'da çalışan bir ermeni gazeteciyle görüştüğünü belirtip "Ermeni gazetecinin Hrant Dink suikastinin Türkiye'nin yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileme planının bir parçası olabileceğini düşündüğünü" söylüyordu.

Bu iddia sadece Le Monde muhabiri ile de gündeme gelmemiş suikastten 19 gün önce piyasaya çıkan "Çankaya Kabusu: 864" adlı romanda da yer almıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi işlenen siyasal cinayetlerin önemli bir yer teşkil ettiği romanda ilk öldürülen gazeteci Hrant Dink süikastine bir çok açıdan benziyor.

Cinayetin günü aynı!

Romandaki Cumhurbaşkanı'da Hrant Dink cinayetinin ardından olduğu gibi suitkasti kınayan bir açıklama yapıyor ve işin en şaşırtıcı olan boyutu ise ilk cinayetin Hrant Dink suikastinde olduğu gibi bir Cuma günü gerçeklemiş olması.

Çankaya Kabusu adı romanda büyük bir gazete "Kara Cuma" manşeti ile okurlarına haberi duyururken, medyada "Faili Meçhul Cinayetlere Son" benzeri kampanyalar başlatıyor.

Bu iddialar sadece roman veya Le Monde'daki Ermeni gazeteci ile de sınırlı kalmıyor. Hrant Dink'in avukatıda Dink'in Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi ülkeyi yönlendirmeye yönelik bir cinayete kurban gitmiş olabileceğini söylüyor.

Romanın öngörüleri bu kadarla da kalmayarak cinayet sonrası güvenlik güçleri arasındaki tartışma ve birbirlerine yaptıkları "Cinayete karışan isimler sizin kontrolünüzdeydi, neden önlem almadınız" suçlamalarını ve gözaltına alınan tetikçiye Samast gibi iyi davranılması gibi yaşadığımız olaylardanda bahsediyor.

Romanda öldürülen ikinci gazetecide Dink gibi muhalif ve bağımsız bir isim. Ölümüde aynen Dink gibi bir silahlı saldırı sonucunda gerçekleşiyor.

Romanda olaylar üst düzey bir Köşk bürokratının gözünden anlatılıyor ki bu da akıllarda Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olabilir mi sorularını yaratıyor.

Cumhurbaşkanı Bunalım'da!

Veli Denizhan Kalkan'ın kaleme aldığı ve Salyangoz Yayınları tarafından piyasaya çıkartılan "Çankaya Kabusu: 864" adlı politik romanda ayrıca Cumhurbaşkanının seçim öncesi yaşadığı kaygı ve girdiği bunalımda konu ediliyor.

Romanda Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi sürekli "Cumhuriyet karşıtı odaklar"ın komplolarına karşı durmaya çalışırken kendilerini bir şüphe girdabının içinde buluyor. Farklı kesimler ile dirsek temasına giren bu şahıslar Atatürkçü çevrede büyük bir hayal kırıklığı yaratırken, ard arda işlenen cinayetler de Köşk'e hakim olan şüphe girdabını adeta bir kasırgaya çeviriyor.

Ve Dahası


Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Atatürkçü çizgisiyle tanınan bir gazeteci ve bir istihbarat görevlisi öldürülüyor. Gazeteci bombalı suikasta kurban giderken çok tanınmayan ama kilit görevde bulunan istihbaratçının ölüm nedeni kayıtlara kalp krizi olarak geçiyor

Subayların siyasete müdahale çabaları

Kitabın konu aldığı diğer bir kesim ise gizli gizli toplanan ve siyasete müdahale çabası içinde olan genç subaylar.

"Toplumu iyi tanıyorum"

Veli Denizhan Kalkan'ın Aktüel'e yaptığı açıklamada Kalkan, romanının Hrant Dink cinayeti ve sonrasında yaşanlara çok benzemesine ilişkin olarak "Bazı şeyleri bilmek için kâhin olmaya gerek yok, romanda anlatılan tüm kesimleri iyi tanımak yeterli! Anlatılanların gerçeklerle örtüşmesi anlamında soruyorsanız bazı şeyleri bilmek için Türkiye'de kâhin olmaya gerek yok. Bunlar Türkiye'de sürpriz olarak karşılanacak cinsten değil. Roman yazmak için gerekli olan esas şey hayal gücüdür. Toplumsal hayatla ilişkili unsurları göz önüne sermeyi amaçlayan bir roman yazacaksanız o toplumu iyi tanımanız gerekiyor. Yani burada özel bilgi kaynakları var mı konusu ikinci derecede bir öneme sahip. Özel bilgi kaynakları çok spesifik konularda yazılan romanlarda belki gerekli olabilir. Onun dışında romancının esas malzemesi yazarın odasına kapanması ve beynidir. Buradaki gerçekçiliğinin başarı ölçüsü de toplumu tanıma düzeyiyle doğru orantılıdır. Romanda anlattığım tüm kesimleri iyi tanıyorum. " diyor.


Gerçek ile kurgu, yüzyıllardır birbirine giren iki kavram. Aslında geçmiştede bu tarz kehanetler gerçekleşmiştir. Daha önce yaşanan olayların tekrarına kehanet denirse artık. Tarihin tekrardan ibaret olan bünyesine bir virüs gibi girmiş bu tür olayların sadece kurgu olarak kalması da en iyi niyetli dileğimiz.

3/08/2007 10:05:00 ÖÖ

8 Mart Emekçi Kadınlar Günü

posted under by berkgun |

Dünya “Emekçi” Kadınlar Günü ilk olarak 1900’lü yılların başında bir tekstil fabrikasında daha iyi koşullara sahip olmak için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kitlenmesi, arkasından da çıkan yangında fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamayarak ölmeleri ile gündeme gelmiştir. 8 Mart “eşitlik isteklerinin daha da yükseldiği” ve o yangında ölen kadınların anıldığı bir gündür.

New York’taki bir tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, uzun süre emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücretleri alamadıkları ve daha iyi yaşam sürmek için verdikleri mücadele sonucunda hiçbir şey elde edemeyince 8 Mart 1908 günü haklarını elde edebilmek için greve giderler.

Hem çalıştıkları firmanın hem de diğer işletmelerin patronlarının duydukları huzursuzluk ve diğer fabrikalara sıçrama endişesi nedeniyle fabrikanın kapıları kitlenir. Fakat hiç tahmin edemedikleri bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Yanan fabrikadan kaçmaya çalışan işçi kadınlardan çok azı başarılı olur çünkü fabrikanın etrafına barikatlar kurulmuştur. Bu yangında 129 kadın işçi yanarak hayatını kaybeder.

Bu olayın ardından diğer endüstri kollarında da kadınlar mücadeleye devam eder ve mücadelenin sonucunda seçme ve seçilme hakkı, günlük çalışma saatlerinin, koşulların ve aldıkları ücretlerin yeniden düzenlenmesi için çaba gösterirler.

Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921’de 8 Mart günü ilk başlarda yapıldığı gibi eşitlik için, bağımsızlık için, seçme ve seçilme hakkı için ve daha iyi çalışma koşulları ile daha iyi bir yaşam hakkı için kutlanmaya başlandı.

Dünya savaşlarının ve ülkemizdeki gibi darbelerin 8 Mart’ı sekteye uğrattığı düşünülse de bugün hala kutlanmaya devam etmektedir. Fakat gerçek anlamı ile mi? Neden adı “Kadınlar Günü” olarak değiştirildi.

Araştırmalarım neden bu adın değiştiğini ortaya çıkarmasa da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1977 yılında 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını kabul ettiğini biliyoruz. Acaba bu eşitlikler için savaşılması gereken güne farklı anlamlar yüklenerek asıl amacından saptırılmak mı istenmektedir? Burda erkeklerin bir manüpülasyonu var mıdır? Yorum sizin tabii ki...

8 Mart Dünya “Emekçi” Kadınlar Gününüz Kutlu Olsun!

3/02/2007 03:12:00 ÖÖ

Her eve bir TeleKazık

posted under by berkgun |


Telekom'un Dün (1 Mart 2007) yürürlüğe giren olan yeni tarifesinin ardından 19 milyon aboneyi "Telekazık" kampanyasına katılmaya çağırıyorum.

Telekom "indirim" adı altında "bindirim" yapacağını açıkladığından bu yana vatandaşların büyük bir bölümü her zaman olduğu gibi tepkisizliğini koruyarak geceleri havaya karbondiyoksit salgılamayı sürdürdüler.. Türk Telekom'un, Telekomünikasyon Kurulu'nun onayladığı yeni tarife 1 Marttan itibaren yürürlüğe girdi ve bu tarife ile rekabetin olduğu milletlerarası, şehirlerarası ve GSM arama ücretlerinde indirime gidiliyor fakat rekabetin olmadığı ve Türk Telekom'un tek başına hizmet sunduğu şehir içi görüşme ücretleri ve sabit ücretlere yüzde 25 zam yapılıyor. Yani Türk Telekom tekel olmasını kötüye kullanıyor.Onu bırakın bu zammın kredi borçlarını kapatmaları için yapıldığını herkes biliyor ama üç maymunu oynarız biz.

Merkez Bankası'nın yaptığı açıklama ise beynimin en ücra köşesindeki son damlayı taşırıp buharlaştırdı. Aylık fiyat gelişmeleri raporunda 'Türk Telekom'un telefon görüşme tarifelerinde yaptığı fiyat ayarlamalarının martta grup fiyatlarına belirgin olarak yansıyacaktır' ifadesine yer verdi. Türk Telekom bu uygulaması ile enflasyonun düşürülmesine ilişkin yıllardan beri ulusal ölçekte enflasyona karşı yürütülen mücadeleyi boşa çıkartacak.

Amerikan Enformasyon Bakanlığı Mübarek

Amerika'nın uçaktan arapça notlar attığını biliyorsunuzdur Irak'ta. Halka bu savaşın onlar için olduğunu ve onların refahı için yapıldığını belirten, onları öven notlar. Her dönem yapılan bir kandırmacadır bu.

Evime gelen reklam broşülerinde büyük indirime gittiğini belirten Telekom annemi kandırdı! Saf saf biliyor musun telekom indirime gidiyormuş diyen anneme garipsiyen gözlerle bir süre baktım acaba gerçekten benim annem miydi yoksa evleri mi karıştırdım diye...
Anne benimdi ama bu reklam broşürü bildiğim broşürlerden değildi. Her yerinde indirim yazan bu broşürün içindeki her ibarede zam vardı. Yürü be Telekom.. Hitler'in senin gibi müdürlüğü olsa Rusya kendiliğinden teslim olurdu da Stalin grad'daki askerler onpunto anketindeki gibi Hitleri okşardı bile...

İşte Tüketici Birliği'de çok güzel bir kampanya hazırlamış her eve faturalar ile birlikte promosyon amaçlı gönderilecek kazıkları kullanmak istemeyenler için. Ayrıca Türketici Birliği bu konuda bir çok mahkemede davalarda açtı sonuçlanması beklenen.

Sizde destek verip topluma katkısı olmayan ve fotosentez ile yaşayan insanlardan olmak istemiyorsanız önce şu adresi - www.telekazik.org - ziyaret edin ve "Tepkini dile getir" bölümünden imzanızı gönderin. Ardından aşağıdaki kodlardan birini blogunuza veya sitenize ekleyin. (kodları kaldırdım http://www.telekazik.org bulabilirsiniz)


Not: Alakasız bir konuda yazımda yine ABD'ye laf atmış olmaktanda gayet mutlu ve mesudum

2/28/2007 04:23:00 ÖS

Muhammed'den Ronaldinho Olur mu?

posted under by berkgun |

Bu yıl sıkça kulağımıza çalınan Muhammed Demirci, Barcelona altyapısında antrenmanlara çıkıyor. Muhammed, 12 yaşında bir futbol yeteneği. İki yıldır Beşiktaş’ta oynayan Muhammed, gözlemcilerin ve antrenörlerin izlenimleri sonucu Barcelona’ya çağrıldı.


Küçük Muhammed, bir gün sokakta her çocuk gibi top peşinde koşarken onu göre Önder Karaveli doğruca Seyit Ateş’in yanına koşar. (Seyit Ateş, Gaziosmanpaşa Beşiktaş Spor Okulu’nun kurucusu ve Beşiktaş’ın menajerlerindendir.) Muhammed’in hakkındaki övgüleri ve ailesinin durumunu öğrenen Seyit Ateş, aynı gece ailenin kapısını çalar. Bu Muhammed’in hayatındaki dönüm noktasıdır.


Muhammed’in işsiz babası iş sahibi olur, kendilerine daha uygun bir eve taşınırlar ve en önemlisi Muhammed Beşiktaş’tadır. Beşiktaş’ta herkesin ilgisini çekmeyi başaran Muhammed yaklaşık bir yıldır birçok vesile ile karşımıza çıkmıştı. Hatta küçük yaşında basın toplantısı bile düzenledi.


2 yıldır Beşiktaş’ta top koşturan Muhammed’i Barcelona kulübü deneme antrenmanlarına davet etti. Bildiğiniz gibi Avrupa kulüpleri eski futbolcularını ve antrenörlerini yetenek avcısı olarak çeşitli ülkelere gönderir. Bu kişilerin tek görevi yetenekli futbolcuları bulmak ve onları kulüplerine iletmektir.


İlk önce videolarını izledikleri Muhammed’i beğenip canlı olarak izlemek için iki-üç defa Türkiye’ye gelen antrenörlerin kararı sonucu Muhammed, Barcelona’nın deneme antrenmanlarına davet edilir.

Hiçbir zaman bazı destan yazarları gibi “Geleceğin Ronaldinho’sunu bulduk” adına yapılmıyor tabii ki bu işler. Barcelona’nın altyapısında onlarca Muhammed zaten var fakat hepsi geleceğin Ronaldinho’su olmuyor. Sadece birkaç kişi gelişimini olumlu şekilde sonlandırıp “yıldız” olabiliyor. Muhammed yaşına göre çok iyi bir yeteneğe sahiptir ve Barcelona’daki antrenörler bu deneme sürecinde Muhammed’in yeteneği ile temel futbol bilgilerini nasıl harmanladığına ve yabancı bir kültüre uyum sağlayıp sağlayamayacağına bakacaklardır.


Bu 10 günlük deneme süresi sonunda eğer hakkındaki olumlu görüşleri devam ederse, Beşiktaş ile anlaşma yoluna gideceklerdir. Kurallara göre 18 yaşının altındaki futbolculara kısıtlayıcı sözleşmeler imzalatılamamaktadır. Dolayısı ile Beşiktaş, Muhammed’in Barcelona’ya gitmesini engelleyemez ki engellememelidir de. Barcelona, Muhammed için bir yetiştirme bedeli ödemeyi taahhüt edecek veya UEFA bir bedel belirleyecektir. Umarım Muhammed, yabancı bir ülkede bizim “yıldız” dediğimiz insanların yapamadığının tersine oraya alışır ve yeteneğini temel futbol bilgileri ile harmanlayabilir, kendini geliştirebilir.


Türkiye’de futbol ile alakalı geniş içerikli bir yazı daha gelecek önümüzdeki günlerde önemli futbol adamlarına danışarak hazırlamaktayım.

2/27/2007 03:33:00 ÖS

“Sanatın ve Sanatçının Dostu Haşim Koç”

posted under by berkgun |

Google’da bir fotoğraf ararken karşıma Seda Sayan’ın “Marilyn Monroe” olduğu poz çıktı. O fotoğrafta hatırladığım kadarıyla Seda hanımın yanında kimse yoktu. Oysa bu fotoğrafta hemen yanıbaşında sonra daha yakından tanıyacağımız Haşim Koç oturuyor ve bağlama çalıyor. Yani Seda Sayan bir nevi, Haşim Koç’un bağlaması eşliğinde eteğini savuruyor. O ise oralı bile olmadan, mızrabını tellerde gezdirmeye devam ediyor.

İlk şoku hızla atlatıp fotoğrafın bulunduğu bu siteye hızla daldık. Daha bir çok güzel fotoğrafla karşılaştık. Kimler yoktu ki; Emel Sayın, Aşık Veysel, Mahmut Tuncer, Orhan Veli, Pınar Altuğ…

Bunların hepsinin yanlarında ise Haşim Koç vardı. İşte şöyle:


Her birisi insanda yakından bakmak incelemek hissini uyandırıyordu. Mesela, Haşim Bey “Dadı” adlı televizyon filminde oynamış mıydı? Neden öyle duruyordu. O poz özellikle mi seçilmişti, yoksa bir tek o fotoğraf, o bakış mı uymuştu?

Bunlar çıldırtan sorular.

Bakın göreceksiniz:

İşte bir tane:


Başka bir tane;

İşin ilginç tarafı Haşim Koç’un bulunduğu tüm bu fotoğraflar fotomontaj.

“Tabii ki öyle, ne var bunda” demeyin. Aklıma birkaç fikir geldi neden böyle olabileceğine dair.

1. Haşim Koç, fotoğraf çektirmekten hoşlanmadığı için kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen kişilere daha önce güvendiği bir fotoğrafçıya çektirdiği fotoğraflarını montajlayıp mı vermekteydi?

2. Haşim Koç, ünlü olma hayalleri kuran veya şanını pekiştirmek isteyen insanlar tarafından veya menajerleri tarafından kullanılmakta mıydı?

3. İnternet sitesinin sahibi siteye ilgi çekmek için Haşim Koç’u mu kullanmaktaydı?

Ve son olarak, 4. olan içimden geçen:
4- Gözlerim bozuk bu fotoğraflarda fotomontaj yok...


Yine aynı internet sitesinde bir ibare dikkat çekici:

-Sanata ve sanatçıya hizmet için İstanbul Beyazıtta Haşim Koç tarafından kurulmuş bulunan Haşim Koç Müzik Yapım, bu sayfada çoğunluğu rahmetli olmuş Türk ünlülerini anmak arzusundadır.”

O halde şunu da yazmak farz oldu:

Haşim Koç Kimdir?

Malatya’nın Arapgir ilçesinde 1954 yılında dünyaya gelen Koç’un Zarif Bebe Konfeksiyon-Haşim firmasından çıkan 8 adet albümü bulunmaktadır. Bu albümler;
Arapgir'e Dönersin, Zalim Sevgilim, Munzur Dağı, Klarnetli Türküler 1-2-3, Türküler - Türkülerim 1-2

Tüm bu yorumlarımın ve hikayenin ardında aslında internet Mahir’in tahtını sarsacak bir internet sitesi var. Bu siteyi tanıtmak ve Haşim Koç’un Times’lara kapak olmasını sağlamakta bizim görevimiz.

http://turkiyeninunluleri.tripod.com
http://bizunutulmayanlariz.sitemynet.com/bizunutulmayanlariz/